22 Temmuz 2013 Pazartesi

Jonathan Carroll - Aşık Hayalet

Aşık Hayalet'in aydınlık ve olağanüstü yaratıcılıktaki dünyasına hoşgeldiniz. Bir adam karda yere düşer,kafasını kaldırım kenarına çarpar ve ölür. Ancak bu işte bir gariplik vardır: Adam ölmez ve ruhunu öteki dünyaya götürmesi için gönderilen hayalet şaşkına döner. Hemen patronuna gidip ne yapması gerektiğini sorar. Patronu böyle bir şeyin nasıl olduğunu bilmediklerini, ama halletmeye çalıştıklarını söyler. Olup biteni anlamaları için yardımcı olsun diye hayaletten adamla beraber kalmasını isterler. 

Hayalet hiç memnun olmayarak bunu kabul eder... O bir hayalettir, dadı değil ki! Ama tuhaf bir şey gerçekleşir... Hayalet adamın kız arkadaşına aşık olur ve tabi ki işler karışır. Kısa zaman sonra adam ölmesi "gerektiği" halde ölmediğini keşfeder. Tarihlerinde ilk defa insanlar kaderlerini tanrıların elinden almaya karar vermişlerdir. Bu harika bir değişimdir, ama bedeli vardır.

Aşık hayalet, kendi kaderlerimizin efendisi olduğumuzu keşfettiğimizde bize neler olabileceğini konu ediyor. Artık ne bir mazeretimiz, ne de suçlanacak dış kuvvetler ya da tanrılar vardır... Sorumluluk tamamen bize aittir. 


Kitabın arka kapağında yazanlardan çok daha ilginç ve soluksuz okunacak bir roman. 
Jonathan Carroll'un diline, benzetme ve betimlemelerine bayıldım! 
Mutlaka okuyun blogcanlar.


"Şimdi onu düşünmek istemiyorum. Tamam mı? Yanında kimse olmamasına rağmen German bunu son derece kararlı ve yüksek sesle söylemişti. Bir şeye karar verdiğinde bunu yapmayı alışkanlık haline getirmişti. Ona göre, kararlarını yüksek sesle söylemesi onlara son noktayı koyuyordu. Pilot'u özlemişti. Tasmasını duvara dayalı masadan alıp bir köpekle konuşur gibi olmayan, normal bir sesle yürüyüşe çıkmak ister mi diye sormayı özlemişti. Yaşamında bir başka varlığın daha olmasını özlemişti, özellikle de şimdi, dünya ona yine yabancı ve büyük görünürken..."
{sf: 123}

"...Ne kadar çabalarsa çabalasın German Landis'in pişirdiği şeylerin tadı çoğunlukla uçak yemeklerini andırıyordu. Ben'le yaşamanın onun için en keyifli yanlarından biri de yemekleri seve seve Ben'in pişirmesiydi. Yerken her lokmanın tadını çıkarıyor, sonrasında memnuniyetle bulaşıkları yıkıyordu. Ben de bulaşık yıkamaktan nefret ediyordu. Böyle başarılı bir ilişkide kendiliğinden ortaya çıkan mükemmel bir anlaşma, ideal bir uzlaşma biçimi yakalamışlardı. Hayatta, özellikle de yeni bir sevgilisiyle böylesi bir uyuma ne sıklıkta rastlanırdı? Ne sıklıkta zayıflıklarımız, karşımızdakinin gücüyle tamamlanır veya bunun tam tersi olurdu?"
{sf: 126}

"Babası bir defasındayaşamın son derece adaletsiz olduğunu söylemişti. Doğar doğmaz önünüze çok karmaşık bir masa oyunu konuyordu, ama nasıl oynanacağına dair kurallar verilmiyordu. Tüm bunları kendi başınıza bulmak, üstelik aynı anda oyunu da oynamak zorundaydınız. Bir kez olsun kaybederseniz biterdiniz. Ah, ben daha acemiyim, deminki yanlış hamlemi geri alıp tekrar oynayabilir miyim gibi şeyler kabul edilmezdi. Hayır, oynayamazsın denirdi. İkinci bir şansınız yoktu. Elinizde hiçbir şey olmadan kuralları çözmeye çalışırken aynı anda hayatın oyununu oynardınız. Bu koşullarda bir insanın hata yapmaması nasıl mümkün olabilirdi?"
{sf: 237-238}


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...